Coğrafyanın Önemi

     İbn-i Haldun büyük bir İslam düşünürüdür. Sosyoloji dahil olmak üzere bir çok alanın fikir babası olarak sayılır ve doğudan batıya, her tarafta çok fazla ilgi görmüştür. "Coğrafya kaderdir." sözü İbn-i Haldun'a aittir. Bugün sık sık kullandığımız bu söz ne kadar doğrudur ?
     İnsanlık çağlar boyunca yaşarken, hep suya olabildiğince yakın olmak istemişler. Nedeni basit, Su hayattır. Su'yun etrafında hep verimli tarım alanları olur, su kaynakları bol olur. Bu, hayvanların da suya yakın olması demektir. Bu da insanlar için et demektir. Et ise daha fazla vitamin, protein demektir. Araya, başa, sona bir çok şey daha sığdırılabilir. Bu zincir uzar gider, fakat sonuç değişmez. Coğrafya gerçekten kaderdir. Antik çağlara baktığımız da, iz bırakan ve adını bildiğimiz neredeyse bütün medeniyetler, suyun etrafında veya suya yakın yerlerdedir. Mesela ilk medeniyetlerin kurulduğu Mezopotamya, iki çok büyük nehir'in -Fırat ve Dicle- arasındadır. Bilhassa ünlü Antik Yunan medeniyeti de Ege de bulunmakta. Çin medeniyeti yine deniz kıyılarında yaşamaktaydı. Mısır medeniyeti Nil nehri etrafında  -bugün hala nüfus yoğunluğu nehir etrafında- yaşamaktaydı. Anadolu'ya baktığımız da Hititler, Sakarya nehri, Kızılırmak, Yeşilırmak gibi büyük nehirlerin etrafında ve aralarında medeniyet kurmuş. Bu medeniyet örnekleri Hint, İnka, Maya ve Aztek medeniyetleri ile çoğaltılabilir. Ne kadar çoğaltsak da sonuç tek, bütün medeniyetler kendine suyun etrafında veya yakının da yer aramış. Su ise onlara verimli araziler ve hayvanlar kazandırmış. Bunu önce o bölgelere tek tek veya aile aile giderek yapmışlar. Daha sonra yan yana yaşamayı öğrenmişler ve bazı şeyleri ortak kullanmışlar. Daha sonra insanlık gereği aralarında anlaşmazlıklar çıkmış, ve buda onları toplanarak bir temsilci/arabulucu oradan da hukuk kuralları ve devlet doğmuş. Bunların bütünü medeniyetlere yol açmış. Bunların hepsine coğrafya bilinci yol açtı. Çünkü coğrafya, bir milletin, topluluğun veya medeniyetin, iktisadi, sosyolojik, kültürel gibi bir çok hayati etkenini doğrudan belirleyerek, kaderine etki ediyor. Birbirlerine yakın olan bu medeniyetler, ipek-kral-baharat yolları gibi yollarla birbirlerini kültürel yoldan etkilemişler. ilk medeniyetler ile ilgili görsel sonucu

   
   Coğrafyanın bir millete etkisinden bahsettikten sonra sıra şimdi bize geldi. Türklerin tarih sahnesine çıkışı tahmini M.Ö. 3000'ler olarak bahsediliyor. Kuvvetle muhtemel daha eskiye dayanıyor, çünkü kuzey'de zorluk çeken Türkler, daha ılıman araziler bulmak için, ilk anayurt saydığımız, bugünkü Altay dağlarının kuzeyinden, Hakasya dolaylarından daha güneye inerek kendilerini göstermişler ve Çin arşivlerinde yer almışlar. Onları güneye göçe zorlayan etken muhtemelen artan nüfus ile beraber kıtlık ve bunun göçe sebep olması. Fakat ne yazık ki Türklerin yeni anayurdu olacak olan Orta Asya, -Kuzeyde Altay dağları, Güneyde Himalaya, Doğuda Çin seddi, Batıda Hazar denizi veya Tanrı dağları- Türkleri yine zorlu coğrafyası sebebiyle göçe zorlamıştır. Fakat zannedilmesin ki Türkler sadece hayvancılık yapıyor ve buna bağlı olarak göç ediyorlar. Türkler aslında her büyük medeniyet gibi tarım ile uğraşıyor. Ve göç etmesinin bir sebebi de bu. Daha verimli tarım arazilerine ulaşmak ve buralardan beslenmek. Son yıllarda kurganlardan çıkan tarım malzemeleriyle, Türklerin de tarıma önem verdiğini anlıyoruz fakat göç etme kültürlerini kaybetmedikleri için Uygurlara kadar ciddi bir kültürel gelişim gösterememişler. Yanı başında duran Çin medeniyeti askeri olarak Türklerden kötü olsa da, içine giren Türkleri kültürel olarak devşirerek, her zaman işin içinden çıkmayı başarmışlar. Ne kadar askeri olarak başarılı olup, Çin'in içlerine dalsak da, güçlü olmayan kültürümüz ile asimile olmuşuz. Bu yüzdendir ki, İslam öncesi Türk kağan ve vezirlerinden çoğu -Bilge Tonyukuk, Mete Han gibi- Çin'i tamamen kuşatmak ve ele geçirmekten çok, arada bir saldırıp yağmalamayı tercih etmişler. Türklerin kültürü zayıf diyorum, çünkü göçebe hayat şartları insanları kültürel olarak gelişim göstermelerine engel olmuş. Kültürel gelişim için gerekli faaliyetler genelde çok gerçekleşmemiş, gerçekleşse bile genelde taşlar üzerinde kalmış. Sanatsal faaliyet çok gelişmemiş olup, kültürel alanda üzerimize ekleyemeyince, Çin gibi diğer büyük kültürlerden kolay etkilenip asimile olmuşuz. Şamanizm kültürü biraz daha zayıf kalmış. Kültürümüz yoktu demiyorum. Vardı, fakat köklü kültürlerin içine girip onları içine alabilecek kadar güçlü değildi. Çünkü yerleşik yaşam süren milletler, kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabileceği için daha güçlü kültürler oraya koyabilirler. Ancak göçebe yaşam tarzı buna pek müsade etmiyor, çünkü geçim sıkıntısı diğer alanlar ile ilgilenmeyi engelliyor. İşte bu coğrafya'nın bir milletin kaderine doğrudan etkisi. Yerleşik hayata ilk geçen Uygur Türkleri olup, bu dönemde kültürel alanlarda birçok gelişme yaşanmıştır. Fakat asıl gelişme, İslama geçiş ile olmuştur. Yerleşik hayatta ustalaşan Müslüman Türkler, küçük Asya'ya gelerek, Rum ve Ermenilerden ilham alarak kültürel alanda birçok esere imza atmış ve Anadoluyu, Anadolu yapmıştır. Gördüğünüz gibi, coğrafya değiştikçe farklı kültürlerle alışveriş yapılmış ve bu doğrultuda gelişmeler yaşanmış. Bugünkü Türk kültürü, o günlerden bugüne evrilerek gelmiş ve evrilmeye devam etmekte. Bu yolda en fazla etkilendiğimiz Ermeniler, Rumlar ve Araplar. Öyle ki Avrupa da Ermeniler, Hristiyan Türkler olarak  literatürde yer edinmiş.

türklerin ortaya çıkışı ile ilgili görsel sonucu
     
 

   Coğrafya direkt olarak bir milletin kaderini belirleyerek, onların iktisadi, sosyoloji gibi hayat damarlarını etkilemiş. Bu tarih boyunca böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacağa benziyor. 

     Coğrafya bir milletin, devletin yaşadığı yer/alan. Başta devlet yaşadığı alanı çok iyi bilmeli. Çünkü tüm iktisadi faaliyetler buna göre belirlenir. Buna göre akarsu ve tarım alanları kullanılır. Sosyoloji haritası buna göre çıkar. Her zaman insanlar denize, suya yakın olmuş. Denizden uzaklaştıkça nüfus seyrekleşmiş. Öyle ki, bu gelişmişlik seviyesini de etkilemiş. Araştırmalar ortaya koyuyor ki, daha içeride yaşayan insanlar daha muhafazakar oluyorlar. 

     Sadece devletin yaşadığı yeri karış karış bilmesi ve araştırması fazlaca yetersiz. Fertlerin adım attığı toprakları özellikle bilmesi gerek. Bu aslen hayati bir konudur. Kendine milliyetçi diyen insanların birçoğu daha yaşadığı coğrafyayı bilmemekte. İnsanlar daha bilmediği ve keşfetmediği toprakları nasıl savunabilir ? Ona ait olan yerleri gezmeli, araştırmalı ve karış karış özelliklerini bilmeli. Unutulmamalıdır ki, milliyetçilik sadece milletini sevmekle olmaz. Milletin olduğu topraklarda ki her cismi sevmeli ve korumalı. Buna çevreden başlayarak, topraklarımız da yaşayan her hayvanı ve böceği korumayı/gözetlemeyi ekleyebiliriz. Topraklarımız üzerinde ki bütün ormanlar bizim. Yani 80 milyon Türk vatandaşının. Hepimiz karış karış önce yaşadığımız köyü, ilçeyi, il'i, bölgeyi ve en son Türkiye'yi araştırmalı ve bilmeliyiz. Eminim ki Türkiye üzerinde hain emelleri olanlar, bizim topraklarımızı bizden iyi bilmekte. Asıl acı olan da bu. 

     Hiç bir fert unutmasın ki, bütün bu dağlar bizim. Uludoruk, Cudi, Ilgaz, Canik, Uludağ, Beşparmak, Toroslar, Erciyes, Munzur, Kaçkar, Kaz dağları ve kalan diğer bütün dağlar bizim dağlarımız. Üzerinde biten bütün otlar, mantarlar bizim. Yaşayan bütün havyanlar ve böcekler bize ait ve bizim korumamız altında. Bütün ormanlar, çimenler bizim. Allah şahittir ki, bunlar birine bile alenen zarar veren herkes, başta 80 milyona öbür dünyada hesap vermek zorunda kalacaktır.
türkiye coğrafi haritası ile ilgili görsel sonucu

   

    Coğrafya bilme zorunluluğunun birde savunma boyutu var. Sine-i millete çekilmek zorunda kalırsak bir gün, bilmediğimiz arazileri nasıl aşar da, bunları savunmaya çalışırız. Türk milletinin her ferdi, üstüne basa basa söylüyorum, yaşadığı coğrafyayı bütünüyle bilmeli. Gezmeli, görmeli. Gezip göremiyorsa, internet'den araştırmalı veya okumalı. Bu topraklar bizim, ve biz yaşadığımız toprakları, bizim kaderimizi belirleyen ve geçmişten geleceğe bütünümüzü oluşturan unsurları bilmek zorundayız. Coğrafya bilmek bir tercih değil, zorunluluktur. Bunun lise dersi ve üniversite bölümü olmakta alakası yok. Herkes yaşadığı yerin yer altı, yer üstü kaynaklarını, onu bekleyen doğal felaketleri, dağlarında biten otları, ormanlarında yaşayan hayvan türlerini bilmeli. Doğaya bir kez olsun çıkmalı ve özgürce dağlarında gezinmeli. Dağlarında gezinmemiş, ağaçlarının gövdesine ellememiş, dağlarında ki nefesi içine çekmemiş birisi, ne milletini ne de devletini tam anlamıyla savunamaz. Önce savunması gereken maddi varlıkları bir bir keşfedip öğrenmesi bilhassa şarttır.

   Bu yazımı, özellikle genç yaş grubu ve yetişkin grubun kaderini belirleyen yeri bilmediklerini fark ettiğim için yazıyorum. Çünkü yaşadıkları yer onların karınlarını doyuruyor, geleceklerini inşa etmelerine izin veriyor, ve onlara özel bir alan sağlıyor. Bu yüzden hepimiz kendi topraklarımıza borçluyuz. Daha fazla yaşadığımız yeri bilmeli ve keşif etmeliyiz. Bu dağlar, bu ormanlar hepimizin. Onu kirletmeden ve katletmeden, karış karış gezerek, üzerinde özgürce yaşayacağını bir yıl olsun. Hepinize mutlu yıllar. 

 "Kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikiniz"  Hz. Muhammed. 

  "Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur." M.K. Atatürk.

"İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer."  Edip Cansever.

bni Haldun ne kadar haklıymış diye düşündüm, coğrafya kaderdir derken ne kadar haklıymış." Zülfü Livaneli.

"Üzerinde yaşadığımız topraklar bizi her zaman şekillendirdi. Savaşlar, iktidar, siyaset ve artık yerkürenin neredeyse her yerini işgal eden halkların sosyal gelişimi, coğrafyanın etkisiyle biçimlendi." Tim Marshall




Yorumlar

Doğu Türkistan