Türk Savunma Sanayi
Son zamanlarda Türkiye'nin yerli savunma sanayi çalışmalarında ki hamlelerini basın da, sosyal medya da ve benzeri bir çok mecrada görüyoruz. Bunların çok fazla siyasi sebepleri bulunmakta ancak bugün bunlarla ilgilenmek yerine, direkt olarak savunma sanayinde kat edilen yola bakarak, dün, bugün ve yarın arasında ki tarihsel süreçleri değerlendirmek daha doğru olur, en azından şu anlık.
Türkiye'nin son yıllarda yerli savunma sanayine yönelişi ivme kazandı. Özellikle önceye göre, ekonomi de belli bir dönem kazandığı istikrar sayesinde orduya ve savunma sanayine GSYİH'den daha fazla pay ayırabildi. Bu payı ayırıp yaptığı ar-ge çalışmaları ve ürettiği nitelikli insanlar sayesinde, dünyada ki silahlanma yarışında özellikle belli alanlar da kendi adını hissettirdi. Peki bunu yapmaya bizi iten neydi? Ne oldu da, özellikle 1974 Kıbrıs harekatından sonra yerli savunma sanayinde gelişmeye ve kendi ihtiyaç açığımızı kendimiz kapamaya çalıştık?
Türkiye Cumhuriyeti 1974 yılında Kıbrıs'da katliama uğrayan Türkleri kurtarmak ve Kıbrıs üzerinde garantörlük hakkını yerine getirmek amacıyla Kıbrıs Barış Harekatını düzenledi. Her açısıyla çok büyük öneme sahip olan bu harekat henüz bitmiş değil. Çünkü son harekat son erdiğinden beridir henüz ortaya bir antlaşma-uzlaşma sağlanamadı. Türk ordusunun 40 binden fazla askeri hala ada üzerinde bulunmakta ve Kuzey Kıbrıs'ı korumaya devam etmektedir. BM ise Güney ve Kuzey arasında ara bulucu olarak tampon bölgeyi tesis etmektedir. Konumuzla alakası olarak Kıbrıs, Türkiye yerli savunma sanayi gelişimde belki de en büyük hamleleri hayata geçirme zorunluluğumuzu yüzümüze çarptı. O günden sonra "Kötü ev sahibi, kiracıyı ev sahibi yapar." deyimiyle doğru eksenli olarak, savunma sanayinde dışa bağımlılığımızı ara ara kesintiye uğrasa da her geçen dönem ve yıl daha iyiye çıkardık.
Türkiye 1950 yılında NATO'ya girerek silah, mühimmat ve savunma ekipmanları almaya başladı. Bunlar o dönem başımızda olan Sovyet baskısından dolayı bize Nato'nun bir hediyesi olarak geldi diyebiliriz. Özellikle o dönemde Sovyetlerin bizi daha da tehdit etmesi sağlayacak olan 30 adet orta menzilli Jüpiter savunma sistemi de NATO'nun nükleer savunma programı dahilinde sağlandı. O dönemde Türkiye gücü tek başına savunma sanayisi geliştirmeye yeterli olmamasından dolayı zaten NATO bize savunma sistemi dahil bir çok silah ve mühimmat sağladı. Yetersiz ekonomimiz dolayısıyla savunma sanayi diğer alanlara görece daha aşağıda kalır öneme sahipti.
Nitekim bu Kıbrıs Harekatına kadar da aynen devam etti. Hatta daha öncesinde, Kıbrıs'ta artan şiddet olaylarına seyirci kalmamak amacıyla İsmet İnönü önderliğinde Kıbrıs'a gitmeye hazırlanana Türkiye, tarihimizde kötü bir yer edinmiş Johnson Mektubu ile karşılaştı. Dönemin Abd başkanı Lyndon Johnson, İsmet İnönü'ye bir mektup yazarak Kıbrıs harekatına girişmemesi için tehdit etti. Buna bağlı olarak 1974'e kadar Türkiye Kıbrıs konusunda eli kolu bağlı müzakere yollarını denedi. Ancak en sonunda adada yaşanan katliamların Avrupa ve Amerika'ya iyi bir şekilde lanse edilmesi ve Yunanistan'da Komünist bir rejimin kurulması gibi sebeplere bağlı bir şekilde Türkiye 1974 Kıbrıs Barış Harekatına başladı. Ne yazık ki, Avrupa ve Amerika'nın Türkiye'ye sitemi yine sert oldu. Ancak Türkiye geri adım atmayarak, son harekatı da yaptı ve bugünkü sınırları çizdi. 2. harekat da son bulduğunda artık bizi Amerikanın uzun yıllar sürecek ambargoları bekliyordu. İlk olarak silah ve mühimmat gibi savunma açısında hayati öneme sahip şeylere ambargo koyan Amerika daha sonra ekonomik ambargo da koyarak, Türkiye'ye yağ-gaz-tüp ve gıda ürünlerinin girişini durdurdu ve Türkiye'nin kendi arzı yeterli olmadığından belli ürünlerin karne ile dağıtılmasına karar verildi.
Artık NATO'dan savunmasını tedarik edemeyen Türkiye hala süren Sovyet tehditlerine karşı kendi yerli ve milli savunma sanayisini kurmaya karar verdi. Bu karar herhalde Türkiye'nin o dönemde aldığı en güzel kararlardan bir tanesidir. Bu karardan sonra Aselsan, Havelsan, İşbir, Aspilsan, Baykar (1984) gibi askeri vakıf şirketleri kuruldu. 1950-1974 arası yerli savunma defterini tamamen kapatan Türkiye, eski alışkanlıkları olan yabancılardan yardım, borçlanma veya satın alım yoluyla olan Türkiye bir anda yerli savunma sanayisini güçlendirmeye ve bu alana yatırım yapmaya başladı. Özellikle 1950-1974 arası dönemde ortalama savunma harcamaları 500-600 milyon dolarken, 1974 de 1 milyar 360 milyonu buldu. Daha sonra ise her yıl bu miktar ve savunma bütçesine GSYİH'dan ayrılan miktar arttı. 1 yıl içide ikiye katlanarak 1975 yılında 2 milyar 285 milyon doları buldu. Bu şekilde artan savunma harcamalarımı, bütçelerimi, 2000 yılına gelindiğinde neredeyse 10 milyar doları buldu, o yıl aynı zamanda savunmaya GSYİH'dan bütçeye ayrılan para %4 ile şuana kadarki en yüksek yüzde. Tabi bu yüzdeler ve harcamalar aslında dışarından alırken veya üretilirken harcanan para miktarlarını yansıtmakta ancak önceye göre Türkiye savunma konusunda daha akıllaca hareket etmiş, parasını daha doğru silahlara yatırmış ve şuanda üretmekte olduğumuz veya olacağımız birçok farklı türdeki savunma silahlarının ar-ge çalışması, planlaması ve benzeri birçok adım atmıştır. Ancak dönemlerin siyasi istikrarsızlığı sebebiyle savunma sanayi partiler üstü bir konumda zaman zaman yer bulamamıştır. Ancak önceye göre önemi daha iyi anlaşılmış ve yerli anlamda birçok adım atılarak, üretime geçilmiştir.
Türkiye artık o dönemlerde yaptığı çalışmaların, ürettiği nitelikli insanların, ar-ge çalışmalarının meyvesini almaya başladı. Yerli ve dışa bağımlı olmayan bir savunma sanayi kurmak çok zordur. Özellikle uçakların, tankların motorları gibi, gemilerin teknolojileri gibi herkesin kolay kolay yapamayacağı ve dünyada da sayılı ülkelerin yaptığı şeyleri yapmak daha zordur. Aynı zamanda ar-ge'yi geleceğin teknolojisine ayarlamak gerekir ki bu daha da zor olabilir. Günümüze baktığımızda Türkiye'nin savunma harcaması 18 milyar doları bulmuş durumda. Ve bir çok alanda yerli üretimin meyvelerini alıyoruz. Donanmada son yıllarda ciddi hamleler yapıldı. Hava kuvvetlerine yeni uçaklar alındı ve birçok ihale ile uçak tedarik etmeye çalıştı. Özellikle F-35'ler bu ihalelere veya ortaklıklara girme yoluyla halledilmiştir. Yine yerli çabalarla yapılmaya çalışılan ve tahmini 2028'de envantere girmesi planlanan TF-X yerli savaş uçağı da bu yolda atılmış önemli adımlardandır.
2000 itibariyle, elindeki başta F-16 filosu olmak üzere, birçok eski kalmış hava kuvvetlerini revize eden Türkiye, bunlara yerli imkanlarla yapılan uçak ve helikopterleri ikmal etmeye çalışıyor. Özellikle ATAK helikopteri bu anlamda atılan önemli bir adım. Alanında en iyilerden biri olan ATAK helikopteri, İtalya ile beraber yapılmıştır. ATAK helikopteri Türkiye tarafından başka ülkelere de satılarak kâr dahi edilmiştir. TF-X, ATAK gibi savaş helikopterleri ve uçakları, bizi Orta Doğu da sözü geçen bir ülke konumuna yükselttiği ve yükselteceği kesindir. Ancak bunları etkin bir şekilde de kullanmak gerekiyor. Özellikle terörle mücadele ve Suriye iç savaşında.
Hava kuvvetlerine bunların dışında belki de şu anda kadarki en ciddi ve iyi yatırım geleceğin teknoloji olan SİHA ve İHA'lardır. Aslında birçok alanda yarışı kaybeden Türkiye, İnsansı Hava Aracı konusunda, biraz geçte olsa yarışa hızlı başlamış ve farkı kapatmış gözüküyor. Son yıllarda yurt dışında da çok konuşulan Türk Sihaları bu günlerde Libya'da savaşı tersine çevirmiş gözüküyor. Şu anda Baykar TB-2 Siha'sı envantere girdiğinden beri görevini layığıyla yerine getirmekte ve Ukrayna'ya ve Katar'a bile ihraç edilmekte. Şuanda henüz envantere girmeden adından çokça söz ettiren ve merakla beklenen diğer Siha ise "Akıncı SİHA". TB-2'ye göre daha büyük ve daha donanımlı olan Akıncı'nın Ege ve Suriye sınırında uçuşunu hayal etmek dahi güzel.
Geçmişten günümüze hava kuvvetlerinde birçok adım attık ancak bunun sınırlı değil. Deniz kuvvetlerinin 1974 sonrası birçok ihtiyaç açığı giderildi ve olabildiğince yerli imkanlarla tedarik edilmeye çalışıldı. Özellikle 1984-2000 arası envanterin çok büyük bir donanma açığı kapatılmıştır. Yavuz sınıfı, Barbaros sınıfı ve Salihreis sınıfı gibi birçok deniz filosu oluşturulmuştur. Yine aynı dönemde 12 adet denizaltı tedarik edilmiştir ve şuanda da aynı denizaltıları bizim denizaltı görevlerimizi icra ediyor. Halihazırda Doğu Akdeniz de görev yapan sondaj gemileri tedarik edildi. Ve şuanda tersaneler de gemi hazırlıkları devam ediyor. En büyüğü de TCG Anadolu amfibi hücum gemisi. Yerli imkanlarla yapılmakta olan bu gemiyi birçok insan maalesef uçak gemisi zannetmekte, ancak değil. Daha ufak olan ve amacı çıkartma yapmak ve belli özelliklere sahip filoları taşımak olan gemi 2020 sonunda hizmete girecek. Bu gemisi uçak gemisi değildir, zaten Akdeniz de bir uçak gemisine de ihtiyaç yoktur. Bunun dışında yapımı sürmekte olan diğer gemiler de Ada sınıfı Korvet Projesi dahilinde envantere giren 4 milli gemi dışında bir tane daha girecek, ayrıca İSTİF sınıfı Fırkateyn projesi, TF-2000 Hava savunma Muhribi projesi ve GENESİS projeleri gibi projeler sürmekte. Bir çok gemi envantere girmiş ve kalanları da önümüzde ki yıllarda girmeyi bekliyor.
Bunlar dışında 1924 yılında kurulan MKE sayesinde de birçok roket, silah ve mühimmat ihtiyacı giderildi ve üretim yapıldı. Yerli silah BORA bunlardan bir tanesi. SARSILMAZ şirketi tarafından da birçok farklı piyade tüfeği üretildi ve bunlar şuanda kullanılmakta. Piyade tüfekleri dışında bir çok balistik füzede yapıldı.
Hava savunmada da önemli yol kat eden Türkiye bu konuda hala açıkta olsa da kendi üretimiyle bazı hava savunma sistemleri üretebildi. KORKUT, HİSAR, ATILGAN, SİPER gibi sistemler bazıları. Son dönemde S-400'lerin alımı da bir hayli konuşulan konular arasında. Bu sistemlere kendi ürettiğimiz bazı radar ve radar bozucu savunma sitemleri de dahil. Bu alanlarda ciddi yatırımlar yapıyoruz ve yapmaya devam edecek gibi duruyoruz. Ancak daralan ekonomi de bunlara ayrılan bütçenin düşmesi muhtemel.
Ayrıca yerli obüs ve roket fırlatma sistemleri de üretiyor ve dışarıdan tedarik ediyoruz. Yani her geçen gün, 1974'den beridir, aralıksız bir şekilde ordumuzu ve savunma sanayimizi güçlendiriyor ve gücüne güç katmaya devam ediyoruz. Bu dönemde Cobra, Akrep gibi Türk yapımı (OTOKAR), Polis ve Askerlerimiz kullandığı zırhlı personel taşıyıcı ve zırhlı muharebe araçları yaptık. 1990 küsürlü yıllarda yapılan bu araçlar ordumuz ve askerimiz tarafından bilhassa özellikle Doğu'da kullanıldı ve hala kullanılıyor. Günümüzde bunları revize ederek ve yanlarına yenilerini ekleyerek devam ediyoruz. Ayrıca Cobra ve Akrep araçları yurt dışında çokça ülkeye de ihraç edildi. Özellikle Rusya savaşında Gürcistan bizden 100 adet Cobra aldı ve bu Cobra'lar savaş esnasında Gürcistan'ın çok işine yaradı. Ruslar ele geçirdiği Cobra'lar üzerinde araştırmalar yaparak bilhassa zırhını araştırdı. Cobra ve Akrep'in yanına, Cobra 2, Ejder, Kirpi gibi modern zırhı personel ve muharebe araçları da eklendi ve gerek Suriye gerek Güney ve Doğu Anadolu da görev almaktalar. Altay tankları da her testi yapılmış olup henüz envantere girmemiştir.
Lafı daha da fazla uzatmadan sonuç kısmına geçmek istiyorum. Çünkü bütün savunma sanayi envanterini yazmak istesek bir kaç sayfalık tek seri yeterli olmaz. Bunun için bir kaç seri daha yaparak, bilhassa bazı silah ve sistemlerin özeline inmek gerekir. Son yıllarda eklenenler ile birlikte, Türkiye savunma sanayisinde yerli/yabancı olmak üzere envanter doldurulmuş bulunmaktadır, ancak bölgesel olarak güçlü olmamız için daha fazlasına da ihtiyaç duyuyoruz. Bunun için elimizden geldiği kadar yerli çabalarla üretim yapmak önemli. Özellikle Siha üretiminde Akıncı ve TB-2 ile dünya da öncül ülkelerden biriyiz. Son zamanlarda yeni çıkan Rus "Korsan" Siha'sının TB-2 ile olan benzerliği, Türkiye'nin artık bazı konularda etrafına ve dünyaya örnek olduğunu gösterir. Hava savunma ve silah sistemlerinde birçok farklı çalışmalar yapıldı. Siper gibi hava savunma, Fırtına Obüs ve Korkut gibi yerli top ve füze sistemleri yapıldı. Bunlara sayılabilecek en az 20-25 silah vb. daha bulunmakta. Ayrıca Radar, Elektro optik sistemler de üretiyoruz ve NATO'nun üretimi olan modern ve güçlü radar ve benzeri yazılımlara da sahibiz. Yakın zamanda ise, artık sahada İnsansız hava araçları değil, insansız kara araçları görmek için de düğmeye basmış görünüyoruz. BOĞAÇ gibi hibrit insansız kara araçları projeleri hazırlanmakta ve envantere girmeyi beklemekte. PARS, SEYİT, KAPLAN, SEDA gibi yüksek modernlikte kara araçları üretmeye ve TSK'ya teslim etmeye devam edeceğiz gibi görünüyor. Yeni helikopterler ve insansız veya normal savaş jetleri yada eğitim uçakları gibi projelere gösterilen çaba da takdire şayan. Sadece yerli değil, belli ortaklıklarla modern uçaklar almaya da özen gösteriyoruz (F-35).
SONUÇ:
1974 yılında Kıbrıs harekatı sonrası başlayan süreçle beraber Türkiye savunma sanayi yatırımlarını bilhassa yerli olmak üzere artırmaya başladı. Kötü ev sahibi kiracıyı ev sahibi yapar mantığı, ve o günlerde ar-ge çalışmaları yapılan, temelleri atılan birçok proje, 1995 sonrası ve bugünlere değil meyvelerini toplayarak ve yenilerini ekerek devam etti. Özellikle İnsansı hava aracı konusunda dünya da bu konuda adından söz ettiren birkaç ülkeden biri olmak/öncü olmak önemli. Geleceğin teknolojilerini iyi okuyup bu alanlara yatırım yapmak kaydıyla ordunun geliştirilmesine önem vermek gerekli. Sonuç olarak Türkiye'nin her daim güçlü bir ordusu bulunması şart. Maksimum şekilde en modern ve donanımlı orduyu kurmalıyız. Konumumuz gereği Avrupa tarafından kabul edilmiyoruz ve Orta Doğu ülkesi olmayı tercih etmiyoruz. Jeopolitik olarak bulunduğumuz bölge hala Avrupa ve Rusya gibi devletlerin sahip olmak istediği bölge. Yunanlılar hala İstanbul'u unutmuş değil, Avrupa unutmuş değil, Rusya boğazlardan vazgeçmiş değil. Özellikle Kırımın ilhakı bu alanda atılmış bir adım. Türkiye bölgesinde her zaman güçlü ve adından söz ettirir bir devlet olmak zorundadır. İşte bu zorunluluk ve tarihsel olarak yediğimiz bazı çalımlar bizi bunu yerli imkanlarla yapmaya sürükledi. Özellikle ilk etapta Aselsan, MKE gibi yerli askeri vakıfları kurarak işe başladık ve ilk çalışmalarla birlikte savunma sanayini güçlendirmeyi başardık. Ancak savunma sanayini güçlü bir ekonomi ile desteklemek zorundayız. Yoksa bakımlardan revize etmeye kadar birçok hayati işlemi yapamayız. Sadece güçlü ekonomisi olan devletlerin güçlü savunma sanayisi olabilir. Ekonomiye son günler de biraz daha gerekli önemi versek iyi olur.
Türkiye Cumhuriyeti 1974 yılında Kıbrıs'da katliama uğrayan Türkleri kurtarmak ve Kıbrıs üzerinde garantörlük hakkını yerine getirmek amacıyla Kıbrıs Barış Harekatını düzenledi. Her açısıyla çok büyük öneme sahip olan bu harekat henüz bitmiş değil. Çünkü son harekat son erdiğinden beridir henüz ortaya bir antlaşma-uzlaşma sağlanamadı. Türk ordusunun 40 binden fazla askeri hala ada üzerinde bulunmakta ve Kuzey Kıbrıs'ı korumaya devam etmektedir. BM ise Güney ve Kuzey arasında ara bulucu olarak tampon bölgeyi tesis etmektedir. Konumuzla alakası olarak Kıbrıs, Türkiye yerli savunma sanayi gelişimde belki de en büyük hamleleri hayata geçirme zorunluluğumuzu yüzümüze çarptı. O günden sonra "Kötü ev sahibi, kiracıyı ev sahibi yapar." deyimiyle doğru eksenli olarak, savunma sanayinde dışa bağımlılığımızı ara ara kesintiye uğrasa da her geçen dönem ve yıl daha iyiye çıkardık.
Türkiye 1950 yılında NATO'ya girerek silah, mühimmat ve savunma ekipmanları almaya başladı. Bunlar o dönem başımızda olan Sovyet baskısından dolayı bize Nato'nun bir hediyesi olarak geldi diyebiliriz. Özellikle o dönemde Sovyetlerin bizi daha da tehdit etmesi sağlayacak olan 30 adet orta menzilli Jüpiter savunma sistemi de NATO'nun nükleer savunma programı dahilinde sağlandı. O dönemde Türkiye gücü tek başına savunma sanayisi geliştirmeye yeterli olmamasından dolayı zaten NATO bize savunma sistemi dahil bir çok silah ve mühimmat sağladı. Yetersiz ekonomimiz dolayısıyla savunma sanayi diğer alanlara görece daha aşağıda kalır öneme sahipti.
Nitekim bu Kıbrıs Harekatına kadar da aynen devam etti. Hatta daha öncesinde, Kıbrıs'ta artan şiddet olaylarına seyirci kalmamak amacıyla İsmet İnönü önderliğinde Kıbrıs'a gitmeye hazırlanana Türkiye, tarihimizde kötü bir yer edinmiş Johnson Mektubu ile karşılaştı. Dönemin Abd başkanı Lyndon Johnson, İsmet İnönü'ye bir mektup yazarak Kıbrıs harekatına girişmemesi için tehdit etti. Buna bağlı olarak 1974'e kadar Türkiye Kıbrıs konusunda eli kolu bağlı müzakere yollarını denedi. Ancak en sonunda adada yaşanan katliamların Avrupa ve Amerika'ya iyi bir şekilde lanse edilmesi ve Yunanistan'da Komünist bir rejimin kurulması gibi sebeplere bağlı bir şekilde Türkiye 1974 Kıbrıs Barış Harekatına başladı. Ne yazık ki, Avrupa ve Amerika'nın Türkiye'ye sitemi yine sert oldu. Ancak Türkiye geri adım atmayarak, son harekatı da yaptı ve bugünkü sınırları çizdi. 2. harekat da son bulduğunda artık bizi Amerikanın uzun yıllar sürecek ambargoları bekliyordu. İlk olarak silah ve mühimmat gibi savunma açısında hayati öneme sahip şeylere ambargo koyan Amerika daha sonra ekonomik ambargo da koyarak, Türkiye'ye yağ-gaz-tüp ve gıda ürünlerinin girişini durdurdu ve Türkiye'nin kendi arzı yeterli olmadığından belli ürünlerin karne ile dağıtılmasına karar verildi.
Artık NATO'dan savunmasını tedarik edemeyen Türkiye hala süren Sovyet tehditlerine karşı kendi yerli ve milli savunma sanayisini kurmaya karar verdi. Bu karar herhalde Türkiye'nin o dönemde aldığı en güzel kararlardan bir tanesidir. Bu karardan sonra Aselsan, Havelsan, İşbir, Aspilsan, Baykar (1984) gibi askeri vakıf şirketleri kuruldu. 1950-1974 arası yerli savunma defterini tamamen kapatan Türkiye, eski alışkanlıkları olan yabancılardan yardım, borçlanma veya satın alım yoluyla olan Türkiye bir anda yerli savunma sanayisini güçlendirmeye ve bu alana yatırım yapmaya başladı. Özellikle 1950-1974 arası dönemde ortalama savunma harcamaları 500-600 milyon dolarken, 1974 de 1 milyar 360 milyonu buldu. Daha sonra ise her yıl bu miktar ve savunma bütçesine GSYİH'dan ayrılan miktar arttı. 1 yıl içide ikiye katlanarak 1975 yılında 2 milyar 285 milyon doları buldu. Bu şekilde artan savunma harcamalarımı, bütçelerimi, 2000 yılına gelindiğinde neredeyse 10 milyar doları buldu, o yıl aynı zamanda savunmaya GSYİH'dan bütçeye ayrılan para %4 ile şuana kadarki en yüksek yüzde. Tabi bu yüzdeler ve harcamalar aslında dışarından alırken veya üretilirken harcanan para miktarlarını yansıtmakta ancak önceye göre Türkiye savunma konusunda daha akıllaca hareket etmiş, parasını daha doğru silahlara yatırmış ve şuanda üretmekte olduğumuz veya olacağımız birçok farklı türdeki savunma silahlarının ar-ge çalışması, planlaması ve benzeri birçok adım atmıştır. Ancak dönemlerin siyasi istikrarsızlığı sebebiyle savunma sanayi partiler üstü bir konumda zaman zaman yer bulamamıştır. Ancak önceye göre önemi daha iyi anlaşılmış ve yerli anlamda birçok adım atılarak, üretime geçilmiştir.
Türkiye artık o dönemlerde yaptığı çalışmaların, ürettiği nitelikli insanların, ar-ge çalışmalarının meyvesini almaya başladı. Yerli ve dışa bağımlı olmayan bir savunma sanayi kurmak çok zordur. Özellikle uçakların, tankların motorları gibi, gemilerin teknolojileri gibi herkesin kolay kolay yapamayacağı ve dünyada da sayılı ülkelerin yaptığı şeyleri yapmak daha zordur. Aynı zamanda ar-ge'yi geleceğin teknolojisine ayarlamak gerekir ki bu daha da zor olabilir. Günümüze baktığımızda Türkiye'nin savunma harcaması 18 milyar doları bulmuş durumda. Ve bir çok alanda yerli üretimin meyvelerini alıyoruz. Donanmada son yıllarda ciddi hamleler yapıldı. Hava kuvvetlerine yeni uçaklar alındı ve birçok ihale ile uçak tedarik etmeye çalıştı. Özellikle F-35'ler bu ihalelere veya ortaklıklara girme yoluyla halledilmiştir. Yine yerli çabalarla yapılmaya çalışılan ve tahmini 2028'de envantere girmesi planlanan TF-X yerli savaş uçağı da bu yolda atılmış önemli adımlardandır.
2000 itibariyle, elindeki başta F-16 filosu olmak üzere, birçok eski kalmış hava kuvvetlerini revize eden Türkiye, bunlara yerli imkanlarla yapılan uçak ve helikopterleri ikmal etmeye çalışıyor. Özellikle ATAK helikopteri bu anlamda atılan önemli bir adım. Alanında en iyilerden biri olan ATAK helikopteri, İtalya ile beraber yapılmıştır. ATAK helikopteri Türkiye tarafından başka ülkelere de satılarak kâr dahi edilmiştir. TF-X, ATAK gibi savaş helikopterleri ve uçakları, bizi Orta Doğu da sözü geçen bir ülke konumuna yükselttiği ve yükselteceği kesindir. Ancak bunları etkin bir şekilde de kullanmak gerekiyor. Özellikle terörle mücadele ve Suriye iç savaşında.
Hava kuvvetlerine bunların dışında belki de şu anda kadarki en ciddi ve iyi yatırım geleceğin teknoloji olan SİHA ve İHA'lardır. Aslında birçok alanda yarışı kaybeden Türkiye, İnsansı Hava Aracı konusunda, biraz geçte olsa yarışa hızlı başlamış ve farkı kapatmış gözüküyor. Son yıllarda yurt dışında da çok konuşulan Türk Sihaları bu günlerde Libya'da savaşı tersine çevirmiş gözüküyor. Şu anda Baykar TB-2 Siha'sı envantere girdiğinden beri görevini layığıyla yerine getirmekte ve Ukrayna'ya ve Katar'a bile ihraç edilmekte. Şuanda henüz envantere girmeden adından çokça söz ettiren ve merakla beklenen diğer Siha ise "Akıncı SİHA". TB-2'ye göre daha büyük ve daha donanımlı olan Akıncı'nın Ege ve Suriye sınırında uçuşunu hayal etmek dahi güzel.
Geçmişten günümüze hava kuvvetlerinde birçok adım attık ancak bunun sınırlı değil. Deniz kuvvetlerinin 1974 sonrası birçok ihtiyaç açığı giderildi ve olabildiğince yerli imkanlarla tedarik edilmeye çalışıldı. Özellikle 1984-2000 arası envanterin çok büyük bir donanma açığı kapatılmıştır. Yavuz sınıfı, Barbaros sınıfı ve Salihreis sınıfı gibi birçok deniz filosu oluşturulmuştur. Yine aynı dönemde 12 adet denizaltı tedarik edilmiştir ve şuanda da aynı denizaltıları bizim denizaltı görevlerimizi icra ediyor. Halihazırda Doğu Akdeniz de görev yapan sondaj gemileri tedarik edildi. Ve şuanda tersaneler de gemi hazırlıkları devam ediyor. En büyüğü de TCG Anadolu amfibi hücum gemisi. Yerli imkanlarla yapılmakta olan bu gemiyi birçok insan maalesef uçak gemisi zannetmekte, ancak değil. Daha ufak olan ve amacı çıkartma yapmak ve belli özelliklere sahip filoları taşımak olan gemi 2020 sonunda hizmete girecek. Bu gemisi uçak gemisi değildir, zaten Akdeniz de bir uçak gemisine de ihtiyaç yoktur. Bunun dışında yapımı sürmekte olan diğer gemiler de Ada sınıfı Korvet Projesi dahilinde envantere giren 4 milli gemi dışında bir tane daha girecek, ayrıca İSTİF sınıfı Fırkateyn projesi, TF-2000 Hava savunma Muhribi projesi ve GENESİS projeleri gibi projeler sürmekte. Bir çok gemi envantere girmiş ve kalanları da önümüzde ki yıllarda girmeyi bekliyor.
Bunlar dışında 1924 yılında kurulan MKE sayesinde de birçok roket, silah ve mühimmat ihtiyacı giderildi ve üretim yapıldı. Yerli silah BORA bunlardan bir tanesi. SARSILMAZ şirketi tarafından da birçok farklı piyade tüfeği üretildi ve bunlar şuanda kullanılmakta. Piyade tüfekleri dışında bir çok balistik füzede yapıldı.
Hava savunmada da önemli yol kat eden Türkiye bu konuda hala açıkta olsa da kendi üretimiyle bazı hava savunma sistemleri üretebildi. KORKUT, HİSAR, ATILGAN, SİPER gibi sistemler bazıları. Son dönemde S-400'lerin alımı da bir hayli konuşulan konular arasında. Bu sistemlere kendi ürettiğimiz bazı radar ve radar bozucu savunma sitemleri de dahil. Bu alanlarda ciddi yatırımlar yapıyoruz ve yapmaya devam edecek gibi duruyoruz. Ancak daralan ekonomi de bunlara ayrılan bütçenin düşmesi muhtemel.
Ayrıca yerli obüs ve roket fırlatma sistemleri de üretiyor ve dışarıdan tedarik ediyoruz. Yani her geçen gün, 1974'den beridir, aralıksız bir şekilde ordumuzu ve savunma sanayimizi güçlendiriyor ve gücüne güç katmaya devam ediyoruz. Bu dönemde Cobra, Akrep gibi Türk yapımı (OTOKAR), Polis ve Askerlerimiz kullandığı zırhlı personel taşıyıcı ve zırhlı muharebe araçları yaptık. 1990 küsürlü yıllarda yapılan bu araçlar ordumuz ve askerimiz tarafından bilhassa özellikle Doğu'da kullanıldı ve hala kullanılıyor. Günümüzde bunları revize ederek ve yanlarına yenilerini ekleyerek devam ediyoruz. Ayrıca Cobra ve Akrep araçları yurt dışında çokça ülkeye de ihraç edildi. Özellikle Rusya savaşında Gürcistan bizden 100 adet Cobra aldı ve bu Cobra'lar savaş esnasında Gürcistan'ın çok işine yaradı. Ruslar ele geçirdiği Cobra'lar üzerinde araştırmalar yaparak bilhassa zırhını araştırdı. Cobra ve Akrep'in yanına, Cobra 2, Ejder, Kirpi gibi modern zırhı personel ve muharebe araçları da eklendi ve gerek Suriye gerek Güney ve Doğu Anadolu da görev almaktalar. Altay tankları da her testi yapılmış olup henüz envantere girmemiştir.
Lafı daha da fazla uzatmadan sonuç kısmına geçmek istiyorum. Çünkü bütün savunma sanayi envanterini yazmak istesek bir kaç sayfalık tek seri yeterli olmaz. Bunun için bir kaç seri daha yaparak, bilhassa bazı silah ve sistemlerin özeline inmek gerekir. Son yıllarda eklenenler ile birlikte, Türkiye savunma sanayisinde yerli/yabancı olmak üzere envanter doldurulmuş bulunmaktadır, ancak bölgesel olarak güçlü olmamız için daha fazlasına da ihtiyaç duyuyoruz. Bunun için elimizden geldiği kadar yerli çabalarla üretim yapmak önemli. Özellikle Siha üretiminde Akıncı ve TB-2 ile dünya da öncül ülkelerden biriyiz. Son zamanlarda yeni çıkan Rus "Korsan" Siha'sının TB-2 ile olan benzerliği, Türkiye'nin artık bazı konularda etrafına ve dünyaya örnek olduğunu gösterir. Hava savunma ve silah sistemlerinde birçok farklı çalışmalar yapıldı. Siper gibi hava savunma, Fırtına Obüs ve Korkut gibi yerli top ve füze sistemleri yapıldı. Bunlara sayılabilecek en az 20-25 silah vb. daha bulunmakta. Ayrıca Radar, Elektro optik sistemler de üretiyoruz ve NATO'nun üretimi olan modern ve güçlü radar ve benzeri yazılımlara da sahibiz. Yakın zamanda ise, artık sahada İnsansız hava araçları değil, insansız kara araçları görmek için de düğmeye basmış görünüyoruz. BOĞAÇ gibi hibrit insansız kara araçları projeleri hazırlanmakta ve envantere girmeyi beklemekte. PARS, SEYİT, KAPLAN, SEDA gibi yüksek modernlikte kara araçları üretmeye ve TSK'ya teslim etmeye devam edeceğiz gibi görünüyor. Yeni helikopterler ve insansız veya normal savaş jetleri yada eğitim uçakları gibi projelere gösterilen çaba da takdire şayan. Sadece yerli değil, belli ortaklıklarla modern uçaklar almaya da özen gösteriyoruz (F-35).
SONUÇ:
1974 yılında Kıbrıs harekatı sonrası başlayan süreçle beraber Türkiye savunma sanayi yatırımlarını bilhassa yerli olmak üzere artırmaya başladı. Kötü ev sahibi kiracıyı ev sahibi yapar mantığı, ve o günlerde ar-ge çalışmaları yapılan, temelleri atılan birçok proje, 1995 sonrası ve bugünlere değil meyvelerini toplayarak ve yenilerini ekerek devam etti. Özellikle İnsansı hava aracı konusunda dünya da bu konuda adından söz ettiren birkaç ülkeden biri olmak/öncü olmak önemli. Geleceğin teknolojilerini iyi okuyup bu alanlara yatırım yapmak kaydıyla ordunun geliştirilmesine önem vermek gerekli. Sonuç olarak Türkiye'nin her daim güçlü bir ordusu bulunması şart. Maksimum şekilde en modern ve donanımlı orduyu kurmalıyız. Konumumuz gereği Avrupa tarafından kabul edilmiyoruz ve Orta Doğu ülkesi olmayı tercih etmiyoruz. Jeopolitik olarak bulunduğumuz bölge hala Avrupa ve Rusya gibi devletlerin sahip olmak istediği bölge. Yunanlılar hala İstanbul'u unutmuş değil, Avrupa unutmuş değil, Rusya boğazlardan vazgeçmiş değil. Özellikle Kırımın ilhakı bu alanda atılmış bir adım. Türkiye bölgesinde her zaman güçlü ve adından söz ettirir bir devlet olmak zorundadır. İşte bu zorunluluk ve tarihsel olarak yediğimiz bazı çalımlar bizi bunu yerli imkanlarla yapmaya sürükledi. Özellikle ilk etapta Aselsan, MKE gibi yerli askeri vakıfları kurarak işe başladık ve ilk çalışmalarla birlikte savunma sanayini güçlendirmeyi başardık. Ancak savunma sanayini güçlü bir ekonomi ile desteklemek zorundayız. Yoksa bakımlardan revize etmeye kadar birçok hayati işlemi yapamayız. Sadece güçlü ekonomisi olan devletlerin güçlü savunma sanayisi olabilir. Ekonomiye son günler de biraz daha gerekli önemi versek iyi olur.
Yorumlar
Yorum Gönder